Ocak 01, 2014

yeter yetsin yetti

lütfen beni akıl hastanesine yatıralım. konuşmak, uyanmak, insana maruz kalmak mecburiyetinden azad edelim. ve denetlenmek ve sorulan sorulara beklenen cevapları vermek ve günaydın iyi akşamlar merhabalar incelikleri ve kendine vakitsiz kalmak. ve tabii ki nasılsınlar, tavsiyeler, görüşelim mi'ler, belirsiz zamanlar ve mekanlar, çeşitli puştluklar, sevgiler nefretler, bayatlıklar. olur da kariyer denen o gülünç o boktan şeyin peşine düşersem bunu kendimi akıl hastanesine kapatmak için yapacağım. bunu da normal'e ve insan'a maruz kalmamak için yapacağımı söylememe gerek yoktur. evet ama ağır ilaçlar evet bilmiyor değilim.

not: insan'a maruz kalmamak yanlış bir ifade. deliler insan değil mi gibi bir soruyla karşılaşsam "ya ben orda öyle demek istememiştim" gibi abuk bir açıklama yapmak istemem. utanıyorum. bilinsin. ama orda öyle demek istemiyorum tabii. ve'yi görmezden gelip "normal insan"ı bir söz öbeği olarak alalım, olur mu? (21 Ocak)

Ağustos 12, 2013

çemberimde gül oya


 uzun süredir bu kadar uzun süre televizyon izlememiştim. 14.45'te, kanaltürk'te. bugün ilk bölüm vardı. siz de izleyin. yalnız izlerken eksik bir şey var. heyecanlanıyorsun. mehmet yurdanur'a öyle bakmasa belki öyle olmaz. bu mehmet de. ne çocuk. ne adam. yurdanur su içerken o lüks yerde, eli titrerken, sakin ol derken mesela. o sevecenliğine almak. şu kantinde, şu masada
"gözler var:
buğdayları güneşli bir harman manzarası gibi bakıyorlar.
ve sonra ikidebir
ve sonra yine o göz:
inatla ve ısrarla bakan
ve yarılmış kaşı
ve pınarından sızmakta kan"


devrimci karakter zaafı değil mehmet'e olan sevgim. diğer dönem dizilerinin hiçbirinde böylesi etkilenmedim. incecik sevmek diye bir durum var, tül perdeye rüzgar değer de titrer, öyle bir şey. oyunculuk müthiş falan demek istemiyorum. artık her gün izleyebildiğim bir dizim de var. yalnızız. mühim değil. konak hakkında bir şeyler yazacağım, beni en heyecanlandıran şeylerin başında o var. piano piano bacaksız'daki gibi. yalnız bir yerde geçen çocukluğum -bakın yine yerli yersiz bu güzel şeyi kullanıyorum değil mi? tiksindiysen siktir git. çocukluk. al bir daha yazdım. ben de tiksindim. hepinizden- ne diyordum? yalnız bir yerde büyüdüm. hayatta en derin özlemim mahalle. sokak tepelerindeki çamaşırlar beni bu yüzden bu kadar heyecanlandırıyor. yoldan geçen arabaları saymak, sıvasız boş apartmanlara bakmak gibi boktan şeylerle vakit geçirdim. o boşlardaki çatılara konan martılar, tarlalar marlalar yine sizlerin tiksindiği şeylere dahil bunlara hiç girmiyorum. hiç başım ağrımaz bilen bilir. baş ağrımı durduramıyorum. ağrıdan uyuyamıyorum. uyuyunca uyanamıyorum. sikerler öyle işi? oh mis bol bol küfür. onno tunç. bir şey olmadı. yani olmuş bir şey yok. tribe girdim. ergenlik. bilirsiniz. keşke artık sizinle konuşmasam. keşke artık kopup yalnızlığımdan, kopup sonsuzluğumdan. buraya yazdıklarımın hiçbiri edebi bir nitelik taşımıyor korkmayın. zaten taşıyanlar da sik gibi sakinliğinizi koruyun.

"bir kitaba bir cüz olamadım"
girdiğim tribin didem madak dizesi. başım gerçekten ağrıyor. yine bilen bilir papatya çayı bendeki çeşit çeşit huysuzluğu dize getirir. yemedi. yemiyor. siklemiyor. bana mısın demiyor







Ağustos 01, 2013

Buğdayın Türküsü

Yeni Türkü'nün ilk albümü Buğdayın Türküsü eylülde yeniden çıkıyor. En ilk, Zerrin Atakanlı, Selim Atakanlı, Ankaralı haliyle! Ünlem mutluluktan. Mamak Türküsü de aynı mutluluktan. Özgür'e yazdığım yıllıkta bahsi geçmişti. Bu öyle güzel oldu ki. Tam da Ankara'ya gidiyorken, hem de eylülde, o kadar güzel oldu ki!

Darısı Çağdaş Türkü'nün başına.