Haziran 30, 2013

ne diyecem

geçen gün hayatta bir daha bir benzeriyle karşılaşamayacağımı bildiğim güzel bir adamın camel içtiğini öğrendiğim günün ertesinde kitaplıkta gözüme yaşamın ucuna yolculuk takıldı. alıp rastgele açınca ilk okuduğum şey buydu ve altı çizili değildi.
"ne güzeldi senin çılgınlığın"

Haziran 24, 2013

fosso necdat'a hasretle ilgili

"sevince ölesiye sevilir kalınırdı
gidince kırılmış bir dal gibi gidilirdi
sonra
şehirler uyur kalbim örselenirdi

ne diyarbakır anladı beni ne de sen
oysa ne çok sevdim ikinizi de bilsen

gidince upuzun kırılmış dallar gibi
üşürdü ömrümüz saçakta kuşlar gibi
kederden geberten hasret ezberlenirdi"

serde zeytinlik var, ağlayamam

Haziran 21, 2013

ama onların anısı vardı

ellerimde egzama patlak verdi. biraz ağlıyorum bu yazıyı her kim okuyorsa benden iğrenebilir. çünkü birkaç gün sonra ellerimin ne hale geleceğini gördüm. artık öpülmek ve tutulmak istenmeyen ellerim. bir daha öpülemeyecek ve tutulamayacak ellerim. anısı var! diye bağırmak istiyorum. bunların anısı var. ama onların anısı vardı. başlarına egzama megzama gelmesindi. zaten neden geldiği belli değilmiş. ağrıyorlar.
hani bir dışarda olsam hep yürürüm durmam diyip diyip/deyip deyip parmak ucunda egzantrik daireler çizdirdiğim ayaklarım. mantar sandım günlerdir çaba harcıyorum kurtulayım diye. ellerimin masa lambasının ışığında görülen belirtileriyle "her şey aydınlandı"
bir ellerimi bir de ayaklarımı bir tuhaf severim. biri yürümek diğeri kalem tutmak. bu iki eylem üzerine kurulu hayatım. göz desen miyop o kadar ilerledi ki bugün pazara gözlüksüz gidemedim. çekmeceye gözlüksüz gidemedim. kitapçılara gözlüksüz giremiyorum.
ağlıyorum kusura bakma ellerime epey üzülüyorum.
iki yıldır burnumun dibindeki denize girmiyorum. bu sene dedim gireceğim. nah girersin. sudan sabundan uzak duracakmışım. deniz çok da önemli değil, sevmediğimi de dile getiririm hep. vıcık vıcık sıcak, güneş, güneş yağı, kızarmalar, soyulmalar. kar yağsın kar. kars'a giderim kars'a. yağmur yağsın. işte onlar güzel.
sinirlerim bozuldu ağam ey çavuş ey beri beri bak
geçenlerde yine ben "içime attım" ve bütün kenar mahle teyzeliğimle dedim ki "çok içine atıyon atma bak kesin bir yerinden çıkacak" geçen sene de başka bir şekilde vücutta yer buldu birtakım şeyler. yine elimdeydi siğildi ağlamıştım ama geçmişti. egzama ömür boyu.
çavuşa da dadaş dön geri bak 

kaçış


Haziran 20, 2013

little darlin' ve yedinci mühür

çağrışım

şarkıyı da videonun görünen yüzündeki çağrışımdan ötürü dinledim.

böyle bir şey mi var acaba? tablo, kutsal kitap betimlemesi ve benzeri? mesela viridiana'da da son akşam yemeği'ne gönderme vardı. var mıdır?

bunlar bir yana 
 (çağrışımda sınır tanımamak: sen bir yana ben bir yana dostlarımız bir yana)
 yoruldum yort savullar.

dost, seni çok özlüyorum.
"özlemi anniyorum"

 bunu buraya yazdığımı kazara görürsen deftere layık görmedin de bloga mı yazdın it, deme.

Haziran 17, 2013

bir iz olarak "camel" üzerine

bir süre gizli gizli dinledim. kimden niye gizliyorsam. iki gün önce sınavda duvarın kafamın üzerindeki kısmında camel yazmasına kadar varan bir karşıma çıkma durumu var camel'in. duvardaki camel tekstil öğrencilerine yönelik bir camel'dı. silivri'de bilindik bir şeydir, köprünün az ilerisinde hep bekleyen bir silivri birlik mevcuttur. mevcut değilse bile öyle çok beklemezsiniz. hiçbir zaman eve dönerken, bir de otobüs bekleyecez şimdi, demedik bundan. durağa bakan tarafa da oturunca muhakkak bir şeyleri izlersiniz. fatih lokantası'nı, silivri ülkü ocakları tabelasını, midye satan adamı, midye tepsisindeki limon; otobüs kalkana kadar hareketli hareketsiz gözünüz bir şeye takılır. geçen hafta silivri'den eve dönerken durağın yanındaki camel kartonunu izledim. içine çöp mü atmışlardı yoksa yanındaki bavullu kıza mı aitti tam çözemedim. haftalar önce bir pantolon alırken de camel diye bir renk olduğunu öğrendim. tütün, devam.

kim olduğunu değil ama dudaklarının kıvrılışını hatırlıyorum. ona da böyle şeyler oluyordu sanırım. tesadüfen'ler.

Haziran 16, 2013

Serbest Kalp Düşmesi

"serbest kalp düşmesi
iki sebepten olur:
birincisi, taraflardan birinin
aniden çekilmesi;
ikincisi, dış etkenlerin hızlıca tepkimeye girerek
katalizör görevi üstlenmesidir.
düşmenin ivmesi,
yerçekimine bağlı değildir.
bu, asıl düşmenin üçüncü(?) sebebidir.
düşüş ivmesinin dört değişkeni vardır:
birincisi dengesiz sevgi dağılımı,
ikincisi modern hayatın salınımları,
üçüncüsü beş para etmez diğer bir kadın
ve dördüncüsü hava muhalefetleridir.
serbest kalp düşmesi her bireyin hayatında
en az iki, en fazla sekiz kere görülür.
serbest kalp düşmesi."

Haziran 05, 2013

kadının adı yok'la aramdaki mesele


Duygu Asena'dan çok Sevgi Soysal'a kendimi yakın hissettiğimi belirterek, Duygu Asena feminizminin eleştirisini yapmamaya çalışarak yalnızca film üzerine birkaç şey zırvalayacağım. Çok nadir film özleyen, çok nadir "şu kitabı bir daha okuyayım ne kitaptı" diyen biriyim. Kadının Adı Yok'u ilk izlediğimde çok tuhaf hissetmiştim. Hem olmaktan korktuğum hem de olacağımı bildiğim bir kadına bakıyordum. Şu fotoğrafta bile tek fark daktilo. Bugün filmin kapağı gözüme çarpınca ürperdim, saç boyutu, daktilonun altındaki mini komodinimsi masa, minder, omuz genişliği ve hatta vücut hatları; hale soygazi'ye benzemiyorum, yok. Yok da ürkütücü bir şey var. Bizdeki küçük komodinimsiyi babam almıştı geçen yıl, başımdaki ağır komodini çürüğe çıkarmıştım, hemen baş tacı etmiştim benimkini. Şu an öyle gözüküyor ki onu peşimden götüreceğim. Bu sene gereken ilgiyi gösteremedim. Mini kitaplık gibi duruyor başucu mecburiyetinden. Filmdeki kadar güzel bir şey değil, şimdi öyle düşünülmesin. Ne diyordum, yarın filmi bir daha izleyeceğim; kitap dedim, Kara Kitap'ı da seneye bir daha okuyacağım. Adaya madaya taşınmak istiyorum, el etek çekeceğim zamanı bekliyorum, aldığım beslediğim bütün çiçekler mutsuzluktan soluyor, uyumayı bekleyen huzuru bekleyen düşüyle sarmaş dolaş memlekete ağlayan bol tütünlü bir insan oldum. Gelecek denildiğinde aklımdan bir şey geçmiyor. İçimde bütün işaretler şu sahneyi gösteriyor.
Mutsuzluktan soluyor. Solmak. Solumak.
Bıktım be. Ben olmuşum Sarı Odalar. Durur muyum?

Haziran 01, 2013

"daha çok gencim"

daha çok gencim. bu cümleyi güzel yazı defterimin her satırına eğik yazıyla yazabilirim. defteri bu cümleyle doldurduktan sonra her sayfasını kırmızı pilot kalemle kontrol da ederim. sol üst köşesine her sayfanın, bir "aferin"ini de düşürürüm öğretmenin. belki şanslı olurum evin bir köşesinde nazar boncuğu da bulurum. oysa aslında bir güzel yazı defteri almak gerek tüm bunların olabilmesi için. oysa insan kendisinin nasıl delirdiğini satır satır izleyecek güçte değil. bakın, ölürken öldüğünün farkında oluyormuş insan, dehşet verici hiçbir yanı yok. korkulacak hiçbir yanı yok. bir düzelmezliğin farkında olmanın. bu hale nasıl gelindiğinin. inilemeyecek çocukluğun.

ömrümde ilk kez düşte bir çamaşır ipine bembeyaz bir çarşaf asmıştım.
yüreğimin maveraünnehirleri nereye dökülürdü deyip isminle devam eden bir şeyler yazmıştım.
fesleğen sulamıştım.

benim yaşım yok.
yalnızlık sebep. yalnızlıktan kasıt halk arasındaki şu sevgilisizlik değil.
sevgili: yılmaz güney'in fatoş'a seslenişi.

mozaik'in trapezci kız'ı gibiyim. ipin üzerindeyken insanlar heyecanla, sevgiyle, merakla izliyorlar. gösteri bitiyor, memnun insanlar memnun arabalarıyla memnun evlerinin huzurlu kapılarını açarken bir "çok uykum var" çekiyorlar. trapezcimiz huzursuz yollardan kursakta yatılı düşüncelerle, memnuniyetsiz evinin mut eksikliğinden sertleşmiş yatağına gidiyor. sonra biri bir gün trapezci kızdan bahsediyor, ah! diyorlar nasıl severdik izlemeyi. ben de diyorum "ah!" (biraz didem madak) tanır mıydınız kendisini? tabii ki de diyorlar, her çarşamba izlerdik. adı neydi diyorum. güzel bir ismi vardı, diyorlar, dur neydi. evet, diyorum, ismi güzeldi. ama ben de hatırlayamıyorum şimdi, acaba neydi?

"çook alametler belirdi"ye karşı "kurşun askerin gerçekleşmeyen kaçışı"
temmuz ağustos

daha sonra vaktim olursa, beş on yıl sonra, adaya taşınmayı düşünüyorum.
şansım varsa belki bisiklete de binerim.