Yalnızlığı paylaşmak, aynı coğrafyayı paylaşmaktan bile zordu. Ayrı dillerde konuşsalar da onlar bunu başardı.*
“Ez çı bıkım Hejar! Ez çı bıkım…” (Ne yapayım Hejar! Ne yapayım…)
Evdo’nun “Biz arada kalmışız beyim”indeki arada kalmışlığın
temsilleri Hejar (Dilan Erçetin/Duygun) ve Sakine (Füsun Demirel),
Sakine/Rojbin-Türkçe/Kürtçe ikileminde benliklerini kuliste bırakıp sahneye
edinmek zorunda kaldıkları kimliklerle çıkanları, çocukluğun arılığındaki
direnişi gözler önüne seriyor. Büyük Adam Küçük Aşk bir yandan, istenilenleri
yaptığında başı okşanan, aksi haldeyse (örneğin çikolatayı kırgınlıkla denize
attığında) “inatçı, Kürt!” Hejar’la; kapıya gelen adama hediye edilen Sevgi
Soysal’ın “Barış Adlı Çocuk”uyla yurdumuzun kimliği net aydınına, onun
çelişkilerine ince bir sitemdir. Sakine’nin her ağzından kaçırdığı Kürtçe sözcükten sonra bir kusur işlemiş gibi
özür dileyişi, Hejar’ın banyoda dinlediği “Bu ülkede yalnız Türkçe konuşulur”
nutuğu, açık bir iç hesaplaşma daveti.
Büyük Adam Küçük Aşk’ın Hejar’ı
en “gözleri hala çocuk” haliyle karşımda duruyor, Silivri’de okuyor, lise son
sınıf öğrencisi. Filmdeki ilk sesinden, daye’sinden bu yana neler olup
bittiğini merak etmemek elde değil. Dilan’ı 2ooo’de Altın Portakal Film
Festivali’nde ödülü kaldırmakta zorlanan küçük yıldız olarak hatırlayanlar
elbet olacaktır. Güncelliğini anadil tartışmalarıyla, kültür çatışmalarıyla,
“süreç”le hala koruyan bu Handan İpekçi filminin küçük kara balığı şimdi ne
yapıyor, ne düşünüyor, dünyaya nasıl bakıyor?
Öncelikle son röportajından bu yana ne kadar zaman geçtiğini sormak
istiyorum, kaç yıl oldu?
En son
İstanbul Üniversitesinden iki Radyo, Tv ve Sinema öğrencisiyle bir röportaj
yapmıştık. Beş, altı yıl oluyor.
Büyük Adam Küçük Aşk filmini, hikayeni
anlatabilir misin? Bu film bir dönüm noktası mıydı hayatında?
5,5 yaşındaydım. Bir komşumuz, annem ve
ben Bakırköy’deydik. Gazetede ilanı gördük, çocuk oyuncu aranıyordu. Üstelik
ilandaki adres, Handan İpekçi’nin bürosu, ilanı gördüğümüz yerin çok
yakınındaydı. Annemle komşumuzun bir anlık şakalaşması, olur mu olmaz mı
düşüncesi üzerine öylesine bir gittik. Daha sonra İpekçi aradı ve evimize
geldi. Her şey bununla beraber gelişmeye başladı. Filmden önce uzun bir süre
vakit geçirdik, onun evinde oyun oynardım, o da küçük çekimler yapardı. Bir
nevi hazırlık aşamasıydı benim için. Bir süre sonra Füsun Demirel’le
tanıştırıldım. Filmdeki rollerimizden ötürü onunla samimi olmam gerektiği
düşünülmüştü. Şükran Güngör’le de aynı sebepten dolayı tanıştırılmamıştım,
samimi olmamalıydık. Her şey çok güzel ilerliyordu ve her şey çok güzel
ilerledi. Elbette hayatımın dönüm noktasıydı. Hayatımın dönüm noktası, daha
sonraları öğrendiğim, Handan İpekçi’nin beni görüp de “hah bu!” dediği an.
Nerelisin? Kürtçe filmdeki gibi anadilin mi?
Vanlıyım, Ercişliyim. Akla hemen
deprem gelecektir, depremde herhangi bir yakınımı kaybetmedim. Kürtçe anadilim.
Türkçe’yi ve Kürtçe’yi birlikte öğrendim. Fakat annemin film için kasetlerle
Kürtçe çalıştırdığını hatırlıyorum. Küfre dilim dönmüyordu örneğin. Bir yaz
günü balkonda küfür çalışıyorduk annemle ve ben yine zorlanıyordum. Annemin
“söylesene annenin babanın ağzına yapayım diye!”şeklinde bağırdığını, sokaktan
geçen bir adam duymuştu ve “ne anneler var!” diyerek tepki göstermişti. Çok
utanmıştık.
Altın Portakal’dan hatırladıkların nelerdir?
7 yaşındaydım. Oraya sadece
Handan İpekçi’yle gitmiştim. Onunla çok güzel vakit geçirirdik. Saçımı örmeye
çalışırdı, pek öremezdi. Çok eğlenirdim. Törende çok uykum gelmişti. Sunucu Cem
Davran’dı. Ödülü taşıyamamıştım ve bana yardım etmişti. Sonraları ödülü
taşıyamayan küçük yıldız olarak basına yansıdım.
Hejar’ın istenilenleri yaptığında başının okşanmasını, aksi haldeyse
“inatçı, Kürt!” olmasını; anadilin nefes alamama sıkıntısını nasıl
değerlendiriyorsun?
Her insanın anadilini rahatça
kullanabilmesi gerekir. Her insan kendini en iyi kendi dilinde ifade eder.
Kürtçe düşünüp Türkçe konuşmanın ifadede eksiği olacaktır. Bu yadırgamanın,
kabullenmemenin kimseye faydası yok.
Doğuya karşı günümüzde hala, özellikle televizyon, diziler aracılığıyla
yerleşmiş oryantalist bir bakış var. Bunun hakkında ne düşünüyorsun?
Doğu deyince Mahsun Kırmızıgül’ün
yarattığı doğu insanını anlıyor insanlar. Doğu cehalet ve şive üzerine kurulu
bir acındırma coğrafyası değil. Doğu insanının da böyle temellendirilmesi, bunun
ekmeğinin yenmesi can sıkıcı artık. Kadın karakterler sönük, aciz ve bunlar kesinlikle
can sıkıcı.
Yıllar önce bir röportajda “Sevgi nedir?” sorusuna “Güzel bir şeydir.
İnsan sevince onun saçını tarar” diyerek
cevap vermişsin. Peki bu soruya şimdi nasıl cevap verirsin?
Çok doğru söylemişim küçükken.
Hala içimdeki sevgi tanımı küçüklükteki kadar saf.
Handan İpekçi belli bir duruşa sahip bir yönetmen, sette bunu
hissediyor muydunuz? Hatırladığın birkaç şey var mı?
Handan İpekçi, Rıfat Bey
karakterini babasından esinlenerek oluşturmuştu. Kendini insanlara faydalı
olmaya adayan, kendinden ödün vermeyen bir kadın. Bunu sette de
hissettiriyordu. Onu hep örnek aldım bu zamana kadar, hiç unutmadım.
Soyadın filmdekiyle bir değil, daha sonradan değişen bir şey de
değilmiş, bu soyadı karmaşasına sebep olan şey nedir?
Bunu ben de bilmiyorum. Erçetin
babamın soyadı, Duygun annemin. Kardeşim de ben de annemin soyadını
kullanıyoruz fakat bir boşanma söz konusu değil.
Filmdeki şapkan hala duruyor mu?
Evet, duruyor. Kırmızı paltom da.
İlk sahnelerde üzerimde görülen kırmızı çiçekli elbise de. Çerçeveletip odama
asmıştı elbiseyi babam.
İlerde oyunculuk adına ne yapmak istiyorsun?
7 sene tiyatroya devam ettim.
Okuldan dolayı bıraktım. Büyük bir özlem var, ilerde mutlaka oyunculuk yapmak
istiyorum.
Peki nasıl filmleri, projeleri tercih edersin?
Toplumsal. Meselesi olan
projelerde yer almak isterim. Gişe filmleri oyunculuğun, sanatın değerini
düşüren işler. Oyunculuğu gişeden fazla önemsiyorum.
Reddettiğin projeler olduğu biliniyor, bunların içinde sana “keşke…”
dedirten bir proje var mı?
Şehir Tiyatroları. Çocuk
kadrosunun olmadığı bir dönemde böyle bir teklif almak gurur vericiydi. Okuldan
ötürü reddetmek çok kötüydü.
Dilan’a biraz Füsun Demirel’den bahsettirmek istiyorum. Geçen yıl Uçan
Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nde Bilge Olgaç Başarı Ödülü’ne
layık görülen, aklımda Uçurtmayı Vurmasınlar’dan Barış’ın annesi olarak kalan
bu kadına büyük bir yakınlık duyuyorum.
Füsun Demirel samimi, doğal ve dobra bir kadındı. Kocasıyla
beni çok severlerdi. Kocasının bir kitapçısı vardı. Bana hep kitap hediye
ederlerdi. Kitap sevgimin onlarla başladığını tahmin ediyorum. Kaprisli bir
kadın değildi. Kimseye iş buyurmazdı. Kendi işini kendi hallederdi. Bir
keresinde, filmin köy sahnelerinin çekimleri sırasında tüm set Urfa’da bir
yerde yemeğe davetliydik. Kaldığımız otelde pek bir şey yoktu. Meyve yemeyi
özlemiştik. Masada bir çanak elma vardı. Füsun Demirel, anneme “Çantanı açsana
Sebahat” dedi ve o elmaları çantaya doldurduk. Bu elma hırsızlığı sette, nerden
geldiği bilinmedik elmalarla geçen günlerin küçük bir sırrıydı. Bu rahatlığı,
bu cana yakınlığından olsa gerek kendimi ona yakın hissediyordum.
Film hakkında Dilan’dan birkaç bilgi:
Bakanlık filmi bir süre yasakladı. Gerekçe olarak filmin ilk
sahnelerinden birinde, yaralı avukatın ateş etme demesi üzerine polisin ateş
etmesi ve bunun Türk polisinin onurunu zedelemesi gösterildi. Bunun üzerine
filme ayrılan bütçe ve ödül geri alındı.
*filmin afişinden
(Solfasol'ün nisan sayısında yayımlanmıştır)
Dilan'a sevgiyle!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder