Mayıs 26, 2013
Düşmemiş Bir Uçağın Kara Kutusu
"Tamam, korktuğum başıma geldi. En öndeki masalardan birinde oturan yeni zengin görünüşlü, kraldan çok kralcı bir çift:"Biz sizden İngilizce parçalar dinlemeye geldik," diye bağırdılar.
Önce, duymazlıktan gelip programıma devam edeyim, dedim ama, tutamıyorum ki kendimi. Orkestrayı durdurdum, mikrofonu elime alıp masalarına doğru yürüdüm:
"Aksanınızdan anladığıma göre Adanalısınız galiba."
Adam, evet anlamında başını salladı.
"Bense Amerikan okulu bitirmiş bir İstanbulluyum. Ortada bir gariplik var. Ben sizlerin türkülerinizi söylemek istiyorum, sizse Amerikan parçaları istiyorsunuz!" Salondakilere bakarak: "Biraz tuhaf değil mi, ne dersiniz?" diye sordum. Alkışların sonu gelmedi. Bütün bir hafta da, Barikan doldu doldu taştı. Mikrofonda seyirciyle kavga eden Tülay German'ı görmek için mi, yoksa türkü dinlemek için mi? Bilemeyeceğim."
bundan dört ya da beş yıl önce: benim kalkıp göç eden avşar ellerinden bi'haber olduğum dönemler. bizim evde cem radyo, özgür radyo çalıyor. alevi, asimile kürt bir aileyiz. babamız bağlama çalıyor. fakat ben ergenliğinin baharında bir insanım, katiyen bu gelenekselliği kabul etmiyorum. halk müziğini küçük görüyorum. şimdi denk gelsem yüzüne küfrü basacağım bir insanım. küçüklüğüm öyle değildi fakat.
gazetenin birinde tülay german'ın fotoğrafı, altında erdem'li hikaye. o zamanlar da, yukarda yazdığım gibi, lanet bir insanım ama hiç değilse aşka inanıyorum. etkilendim. o kadar, hatta ondan daha çok etkilendiğim bir ton gazete yazısı elbet oldu ama o yazıyı hiç unutmadım. zaten beğendiğim şeyleri kesip saklamaya da o yazıyı saklamadığım için -hala- duyduğum pişmanlıkla başladım. belki de unutmayışım saklayamamaktan. ama sanmam.
tülay german böylece bir özüne dönmek hikayesi oluyor.
tülay german'dan bugüne: kayıtlara en etnik olarak geçmemde bu söylediğim türkülerin etkisi var ama hiç tülay german'ın da söylediği bir şeyi söylememişim bir şey söyle dediklerinde. yine de özgür'le bir iki burçak tarlası demişliğimiz var. size bir şey diyeyim mi? elim kaleme alışkın, mikrofona yakışmıyor. bir daha bu kadar dilde kimlere rahatlıkla türkü söyleyebilirim ki? iletişim lugatındaki açılmak sözcüğünü bile zor gerçekleştirirken.
uzun süre bu kitabı aradım. aramazken birdenbire bulmuş bulundum. bir güzellik daha, ikinci el, ikinci basım. kitabı bu senenin hengamesi içinde kenara ayırdım. işte camdan insan izler gibi ara ara açıp otlanıyorum. piano piano bacaksızlayım. okumam yakındır.
Barikan hala duruyor mu?
Mayıs 21, 2013
Ez çı bıkım Hejar! Ez çı bıkım...
Yalnızlığı paylaşmak, aynı coğrafyayı paylaşmaktan bile zordu. Ayrı dillerde konuşsalar da onlar bunu başardı.*
“Ez çı bıkım Hejar! Ez çı bıkım…” (Ne yapayım Hejar! Ne yapayım…)
Evdo’nun “Biz arada kalmışız beyim”indeki arada kalmışlığın
temsilleri Hejar (Dilan Erçetin/Duygun) ve Sakine (Füsun Demirel),
Sakine/Rojbin-Türkçe/Kürtçe ikileminde benliklerini kuliste bırakıp sahneye
edinmek zorunda kaldıkları kimliklerle çıkanları, çocukluğun arılığındaki
direnişi gözler önüne seriyor. Büyük Adam Küçük Aşk bir yandan, istenilenleri
yaptığında başı okşanan, aksi haldeyse (örneğin çikolatayı kırgınlıkla denize
attığında) “inatçı, Kürt!” Hejar’la; kapıya gelen adama hediye edilen Sevgi
Soysal’ın “Barış Adlı Çocuk”uyla yurdumuzun kimliği net aydınına, onun
çelişkilerine ince bir sitemdir. Sakine’nin her ağzından kaçırdığı Kürtçe sözcükten sonra bir kusur işlemiş gibi
özür dileyişi, Hejar’ın banyoda dinlediği “Bu ülkede yalnız Türkçe konuşulur”
nutuğu, açık bir iç hesaplaşma daveti.
Büyük Adam Küçük Aşk’ın Hejar’ı
en “gözleri hala çocuk” haliyle karşımda duruyor, Silivri’de okuyor, lise son
sınıf öğrencisi. Filmdeki ilk sesinden, daye’sinden bu yana neler olup
bittiğini merak etmemek elde değil. Dilan’ı 2ooo’de Altın Portakal Film
Festivali’nde ödülü kaldırmakta zorlanan küçük yıldız olarak hatırlayanlar
elbet olacaktır. Güncelliğini anadil tartışmalarıyla, kültür çatışmalarıyla,
“süreç”le hala koruyan bu Handan İpekçi filminin küçük kara balığı şimdi ne
yapıyor, ne düşünüyor, dünyaya nasıl bakıyor?
Öncelikle son röportajından bu yana ne kadar zaman geçtiğini sormak
istiyorum, kaç yıl oldu?
En son
İstanbul Üniversitesinden iki Radyo, Tv ve Sinema öğrencisiyle bir röportaj
yapmıştık. Beş, altı yıl oluyor.
Büyük Adam Küçük Aşk filmini, hikayeni
anlatabilir misin? Bu film bir dönüm noktası mıydı hayatında?
5,5 yaşındaydım. Bir komşumuz, annem ve
ben Bakırköy’deydik. Gazetede ilanı gördük, çocuk oyuncu aranıyordu. Üstelik
ilandaki adres, Handan İpekçi’nin bürosu, ilanı gördüğümüz yerin çok
yakınındaydı. Annemle komşumuzun bir anlık şakalaşması, olur mu olmaz mı
düşüncesi üzerine öylesine bir gittik. Daha sonra İpekçi aradı ve evimize
geldi. Her şey bununla beraber gelişmeye başladı. Filmden önce uzun bir süre
vakit geçirdik, onun evinde oyun oynardım, o da küçük çekimler yapardı. Bir
nevi hazırlık aşamasıydı benim için. Bir süre sonra Füsun Demirel’le
tanıştırıldım. Filmdeki rollerimizden ötürü onunla samimi olmam gerektiği
düşünülmüştü. Şükran Güngör’le de aynı sebepten dolayı tanıştırılmamıştım,
samimi olmamalıydık. Her şey çok güzel ilerliyordu ve her şey çok güzel
ilerledi. Elbette hayatımın dönüm noktasıydı. Hayatımın dönüm noktası, daha
sonraları öğrendiğim, Handan İpekçi’nin beni görüp de “hah bu!” dediği an.
Nerelisin? Kürtçe filmdeki gibi anadilin mi?
Vanlıyım, Ercişliyim. Akla hemen
deprem gelecektir, depremde herhangi bir yakınımı kaybetmedim. Kürtçe anadilim.
Türkçe’yi ve Kürtçe’yi birlikte öğrendim. Fakat annemin film için kasetlerle
Kürtçe çalıştırdığını hatırlıyorum. Küfre dilim dönmüyordu örneğin. Bir yaz
günü balkonda küfür çalışıyorduk annemle ve ben yine zorlanıyordum. Annemin
“söylesene annenin babanın ağzına yapayım diye!”şeklinde bağırdığını, sokaktan
geçen bir adam duymuştu ve “ne anneler var!” diyerek tepki göstermişti. Çok
utanmıştık.
Altın Portakal’dan hatırladıkların nelerdir?
7 yaşındaydım. Oraya sadece
Handan İpekçi’yle gitmiştim. Onunla çok güzel vakit geçirirdik. Saçımı örmeye
çalışırdı, pek öremezdi. Çok eğlenirdim. Törende çok uykum gelmişti. Sunucu Cem
Davran’dı. Ödülü taşıyamamıştım ve bana yardım etmişti. Sonraları ödülü
taşıyamayan küçük yıldız olarak basına yansıdım.
Hejar’ın istenilenleri yaptığında başının okşanmasını, aksi haldeyse
“inatçı, Kürt!” olmasını; anadilin nefes alamama sıkıntısını nasıl
değerlendiriyorsun?
Her insanın anadilini rahatça
kullanabilmesi gerekir. Her insan kendini en iyi kendi dilinde ifade eder.
Kürtçe düşünüp Türkçe konuşmanın ifadede eksiği olacaktır. Bu yadırgamanın,
kabullenmemenin kimseye faydası yok.
Doğuya karşı günümüzde hala, özellikle televizyon, diziler aracılığıyla
yerleşmiş oryantalist bir bakış var. Bunun hakkında ne düşünüyorsun?
Doğu deyince Mahsun Kırmızıgül’ün
yarattığı doğu insanını anlıyor insanlar. Doğu cehalet ve şive üzerine kurulu
bir acındırma coğrafyası değil. Doğu insanının da böyle temellendirilmesi, bunun
ekmeğinin yenmesi can sıkıcı artık. Kadın karakterler sönük, aciz ve bunlar kesinlikle
can sıkıcı.
Yıllar önce bir röportajda “Sevgi nedir?” sorusuna “Güzel bir şeydir.
İnsan sevince onun saçını tarar” diyerek
cevap vermişsin. Peki bu soruya şimdi nasıl cevap verirsin?
Çok doğru söylemişim küçükken.
Hala içimdeki sevgi tanımı küçüklükteki kadar saf.
Handan İpekçi belli bir duruşa sahip bir yönetmen, sette bunu
hissediyor muydunuz? Hatırladığın birkaç şey var mı?
Handan İpekçi, Rıfat Bey
karakterini babasından esinlenerek oluşturmuştu. Kendini insanlara faydalı
olmaya adayan, kendinden ödün vermeyen bir kadın. Bunu sette de
hissettiriyordu. Onu hep örnek aldım bu zamana kadar, hiç unutmadım.
Soyadın filmdekiyle bir değil, daha sonradan değişen bir şey de
değilmiş, bu soyadı karmaşasına sebep olan şey nedir?
Bunu ben de bilmiyorum. Erçetin
babamın soyadı, Duygun annemin. Kardeşim de ben de annemin soyadını
kullanıyoruz fakat bir boşanma söz konusu değil.
Filmdeki şapkan hala duruyor mu?
Evet, duruyor. Kırmızı paltom da.
İlk sahnelerde üzerimde görülen kırmızı çiçekli elbise de. Çerçeveletip odama
asmıştı elbiseyi babam.
İlerde oyunculuk adına ne yapmak istiyorsun?
7 sene tiyatroya devam ettim.
Okuldan dolayı bıraktım. Büyük bir özlem var, ilerde mutlaka oyunculuk yapmak
istiyorum.
Peki nasıl filmleri, projeleri tercih edersin?
Toplumsal. Meselesi olan
projelerde yer almak isterim. Gişe filmleri oyunculuğun, sanatın değerini
düşüren işler. Oyunculuğu gişeden fazla önemsiyorum.
Reddettiğin projeler olduğu biliniyor, bunların içinde sana “keşke…”
dedirten bir proje var mı?
Şehir Tiyatroları. Çocuk
kadrosunun olmadığı bir dönemde böyle bir teklif almak gurur vericiydi. Okuldan
ötürü reddetmek çok kötüydü.
Dilan’a biraz Füsun Demirel’den bahsettirmek istiyorum. Geçen yıl Uçan
Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nde Bilge Olgaç Başarı Ödülü’ne
layık görülen, aklımda Uçurtmayı Vurmasınlar’dan Barış’ın annesi olarak kalan
bu kadına büyük bir yakınlık duyuyorum.
Füsun Demirel samimi, doğal ve dobra bir kadındı. Kocasıyla
beni çok severlerdi. Kocasının bir kitapçısı vardı. Bana hep kitap hediye
ederlerdi. Kitap sevgimin onlarla başladığını tahmin ediyorum. Kaprisli bir
kadın değildi. Kimseye iş buyurmazdı. Kendi işini kendi hallederdi. Bir
keresinde, filmin köy sahnelerinin çekimleri sırasında tüm set Urfa’da bir
yerde yemeğe davetliydik. Kaldığımız otelde pek bir şey yoktu. Meyve yemeyi
özlemiştik. Masada bir çanak elma vardı. Füsun Demirel, anneme “Çantanı açsana
Sebahat” dedi ve o elmaları çantaya doldurduk. Bu elma hırsızlığı sette, nerden
geldiği bilinmedik elmalarla geçen günlerin küçük bir sırrıydı. Bu rahatlığı,
bu cana yakınlığından olsa gerek kendimi ona yakın hissediyordum.
Film hakkında Dilan’dan birkaç bilgi:
Bakanlık filmi bir süre yasakladı. Gerekçe olarak filmin ilk
sahnelerinden birinde, yaralı avukatın ateş etme demesi üzerine polisin ateş
etmesi ve bunun Türk polisinin onurunu zedelemesi gösterildi. Bunun üzerine
filme ayrılan bütçe ve ödül geri alındı.
*filmin afişinden
(Solfasol'ün nisan sayısında yayımlanmıştır)
Dilan'a sevgiyle!
Mayıs 15, 2013
pawanekani
"rahmetli babam da en çok rıfat'ı severdi. bu çocukta ağa mayası var
derdi. aynı benim gibi derdi.
nazmi bey,
ankara çok mu uzaktır?"
nazmi bey,
ankara çok mu uzaktır?"
Mayıs 13, 2013
Mayıs 11, 2013
solak değilim
Peter Handke'nin Solak Kadın'ını okumaya başladığımdan, dünden, beri diyordum ki "yahu ne güzel film olur bundan, ne güzel olur izlemesi"
demin adamın kim olduğunu merak edip ilk sayfaya yöneldiğimde gördüm, film olmuş bile.
kafamdaki film bitsin, çekileni de izleyeceğim. kitapta güzel yerler var. vakit bulunca biraz tanıtım, tadımlık bir şeyler yapacağım.
bir de bu kitabı fuarda didem madak kıtlığında* beklerken epey incelemiş ve de almamıştım. iki üç gün sonra canım bir insanla(fatmanur'la) gittiğimizde benim de merakım üzerine o canım insan kitabı aldı. ben niye almamakta bu kadar direndim bilmiyorum. işte böyle şeylerde muhakkak can alıcı bir şey var.
*didem madak kıtlığı: kitapları tükenmişti, yenilerinin gelmesini bekliyorduk.
son: filmi bulmak kolay iş değilmiş.
demin adamın kim olduğunu merak edip ilk sayfaya yöneldiğimde gördüm, film olmuş bile.
kafamdaki film bitsin, çekileni de izleyeceğim. kitapta güzel yerler var. vakit bulunca biraz tanıtım, tadımlık bir şeyler yapacağım.
bir de bu kitabı fuarda didem madak kıtlığında* beklerken epey incelemiş ve de almamıştım. iki üç gün sonra canım bir insanla(fatmanur'la) gittiğimizde benim de merakım üzerine o canım insan kitabı aldı. ben niye almamakta bu kadar direndim bilmiyorum. işte böyle şeylerde muhakkak can alıcı bir şey var.
*didem madak kıtlığı: kitapları tükenmişti, yenilerinin gelmesini bekliyorduk.
son: filmi bulmak kolay iş değilmiş.
Mayıs 10, 2013
Mayıs 09, 2013
o kuş
not: "sabah sabah ne kadar güzel bir kuş!" düşüncesiyle fotoğrafını çekmek için davrandığımda fark ettim orda asıl ne olduğunu. çekemedim tabii bakakalınca. o da beni görünce. baktım kanatlar havada yolculuk var. bastım tetiğe. kendimce tetik. uyuyan adam yazısındaki kuş:
Mayıs 08, 2013
"uyuyan adam"
http://music.erkingoren.com/track/bo-luk
sanırım georges perec'ten ötürü, uyuyan adam'ın ayrı yeri var.
bir şey daha dememek için gidiyorum. bir şey daha desem sanki her şey. daha kötü
iyileşmek tabiri baştan yanlış. hastalık teşhisi koymakla aşağıladığım kan içi. kendimi farkında olmadan sınadığımı hissediyorum. cayıyorum. sonuç alamadığım için veya işe yaramadığı için değil. öyle istiyorum. adına iyileşmek dediğim şeyi sevemedim. kara gözlüm.
benim için uygun bir şey değil bu "iyileşmek" yoruluyorum. istekli değilim buna. ruhum böyle iyi.
bu sabah penceremin önünde daha önce görmediğim bir kuş vardı. kuşun ne kadar güzel olduğuna bakıyordum. beni gördüğü halde kaçmadı. bu manzarayı görmeme sebep olan şey kargalar, delirmiş gibi kendilerini pencerenin kenarlarına çarpmaları. kuşa ilişmiyorlar, kuş da onlara. anladım tuhaf bir şey oluyor. epeyce gözledim. okula gideceğim ama umrumda değil. bir şeyler oluyor. şimdi ilk cümleyi baştan yazıyorum: bu sabah penceremin önünde bir serçenin etlerini didikleyen çok güzel bir kuş vardı. aklımdan çıkaramıyorum. ölü bir serçenin bedeninden koparılan etleri. güzel kuşun ayaklarının altına gizleyip kanatlarıyla örttüğü o ölü bedeni. o taş gibi görünen şeyden tırtıklanan et parçalarının yumuşaklığını. uçtu. yemeği de beraberinde. buz gibi izlenmekten herkes rahatsız olurmuş demek, kuşlar dahil. o serçeyi orda bıraksaydı ne yapardım? okula gitmeyebilirdim, belki kargalar kapabilirdi, belki onu gömebilirdim. ama bunların hiçbiri hiçbir şeyi değiştirmezdi.
bir ölümün şahit olduğu iki ikiyüzlülük var. biri "iyi bilirdik", diğeri çiçek.
diri avucuna çiçek bırakmamışlar, ölü avuçlarına paralel çiçekler bırakıyorlar. sen öldün, al sana benden bir çiçek. insanlara çiçek alın. onlara sevdiklerine çiçek almalarını söyleyin. bunun kadınlıkla ilgisi yok. sevgi pembelikleriyle de ilgisi yok. saksıda çiçek sulayın. renge kokuya bulaşın. kendinize çiçek alın. bu yaşamak. kendinden başka bir şeyi.
paralel çiçekler bıraktığınız ölü avuçlar, diriyken çiçek tutmadılarsa?
sanırım georges perec'ten ötürü, uyuyan adam'ın ayrı yeri var.
bir şey daha dememek için gidiyorum. bir şey daha desem sanki her şey. daha kötü
iyileşmek tabiri baştan yanlış. hastalık teşhisi koymakla aşağıladığım kan içi. kendimi farkında olmadan sınadığımı hissediyorum. cayıyorum. sonuç alamadığım için veya işe yaramadığı için değil. öyle istiyorum. adına iyileşmek dediğim şeyi sevemedim. kara gözlüm.
benim için uygun bir şey değil bu "iyileşmek" yoruluyorum. istekli değilim buna. ruhum böyle iyi.
bu sabah penceremin önünde daha önce görmediğim bir kuş vardı. kuşun ne kadar güzel olduğuna bakıyordum. beni gördüğü halde kaçmadı. bu manzarayı görmeme sebep olan şey kargalar, delirmiş gibi kendilerini pencerenin kenarlarına çarpmaları. kuşa ilişmiyorlar, kuş da onlara. anladım tuhaf bir şey oluyor. epeyce gözledim. okula gideceğim ama umrumda değil. bir şeyler oluyor. şimdi ilk cümleyi baştan yazıyorum: bu sabah penceremin önünde bir serçenin etlerini didikleyen çok güzel bir kuş vardı. aklımdan çıkaramıyorum. ölü bir serçenin bedeninden koparılan etleri. güzel kuşun ayaklarının altına gizleyip kanatlarıyla örttüğü o ölü bedeni. o taş gibi görünen şeyden tırtıklanan et parçalarının yumuşaklığını. uçtu. yemeği de beraberinde. buz gibi izlenmekten herkes rahatsız olurmuş demek, kuşlar dahil. o serçeyi orda bıraksaydı ne yapardım? okula gitmeyebilirdim, belki kargalar kapabilirdi, belki onu gömebilirdim. ama bunların hiçbiri hiçbir şeyi değiştirmezdi.
bir ölümün şahit olduğu iki ikiyüzlülük var. biri "iyi bilirdik", diğeri çiçek.
diri avucuna çiçek bırakmamışlar, ölü avuçlarına paralel çiçekler bırakıyorlar. sen öldün, al sana benden bir çiçek. insanlara çiçek alın. onlara sevdiklerine çiçek almalarını söyleyin. bunun kadınlıkla ilgisi yok. sevgi pembelikleriyle de ilgisi yok. saksıda çiçek sulayın. renge kokuya bulaşın. kendinize çiçek alın. bu yaşamak. kendinden başka bir şeyi.
paralel çiçekler bıraktığınız ölü avuçlar, diriyken çiçek tutmadılarsa?
Mayıs 05, 2013
iltifat
"şimdiye kadar gördüğüm en siyah gözler" iltifatta ikinci sırada yer
alıyor. o da iltifattır. hem de ne kadar güzel!
tabii ki ilk sırada: "fransız kadınlar gibi, sanki elinde şarap kadehi"
hangi fransız kadının burnunun ucunda ben var? çelişkilerle, tezatlarlayım. o ben'i seviyorum. keyfi aldırmam söz konusu bile olamaz. iması özgürden. isterse başkası olsun. hızma da düşünüyorum.
adaya gitmek istiyorum, adaya!
şimdi size çok acayip bir şey söyleyeyim mi? ben kayıt yaptım. ermenice.
tabii ki ilk sırada: "fransız kadınlar gibi, sanki elinde şarap kadehi"
hangi fransız kadının burnunun ucunda ben var? çelişkilerle, tezatlarlayım. o ben'i seviyorum. keyfi aldırmam söz konusu bile olamaz. iması özgürden. isterse başkası olsun. hızma da düşünüyorum.
adaya gitmek istiyorum, adaya!
şimdi size çok acayip bir şey söyleyeyim mi? ben kayıt yaptım. ermenice.
Mayıs 04, 2013
iyileşmekle ilgili - 2
umarım bu işlerden anlayan birine denk gelip de rezil olmam.
kuştan balıktan bozma bir kadın figürü.
kuştan balıktan bozma bir kadın figürü.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)