Haziran 05, 2013

kadının adı yok'la aramdaki mesele


Duygu Asena'dan çok Sevgi Soysal'a kendimi yakın hissettiğimi belirterek, Duygu Asena feminizminin eleştirisini yapmamaya çalışarak yalnızca film üzerine birkaç şey zırvalayacağım. Çok nadir film özleyen, çok nadir "şu kitabı bir daha okuyayım ne kitaptı" diyen biriyim. Kadının Adı Yok'u ilk izlediğimde çok tuhaf hissetmiştim. Hem olmaktan korktuğum hem de olacağımı bildiğim bir kadına bakıyordum. Şu fotoğrafta bile tek fark daktilo. Bugün filmin kapağı gözüme çarpınca ürperdim, saç boyutu, daktilonun altındaki mini komodinimsi masa, minder, omuz genişliği ve hatta vücut hatları; hale soygazi'ye benzemiyorum, yok. Yok da ürkütücü bir şey var. Bizdeki küçük komodinimsiyi babam almıştı geçen yıl, başımdaki ağır komodini çürüğe çıkarmıştım, hemen baş tacı etmiştim benimkini. Şu an öyle gözüküyor ki onu peşimden götüreceğim. Bu sene gereken ilgiyi gösteremedim. Mini kitaplık gibi duruyor başucu mecburiyetinden. Filmdeki kadar güzel bir şey değil, şimdi öyle düşünülmesin. Ne diyordum, yarın filmi bir daha izleyeceğim; kitap dedim, Kara Kitap'ı da seneye bir daha okuyacağım. Adaya madaya taşınmak istiyorum, el etek çekeceğim zamanı bekliyorum, aldığım beslediğim bütün çiçekler mutsuzluktan soluyor, uyumayı bekleyen huzuru bekleyen düşüyle sarmaş dolaş memlekete ağlayan bol tütünlü bir insan oldum. Gelecek denildiğinde aklımdan bir şey geçmiyor. İçimde bütün işaretler şu sahneyi gösteriyor.
Mutsuzluktan soluyor. Solmak. Solumak.
Bıktım be. Ben olmuşum Sarı Odalar. Durur muyum?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder