Mart 23, 2013

İnsanların çocukluğuna inmek istiyorum.

İnsanların çocukluğuna inmek istiyorum. İnsanların rüyalarını bilmek istiyorum. Çünkü üzerimde etkisi olan birçok şeyden en güçlü ikisi bu alemlerdir. Çocukluk başlı başına bir hayat yaşamak gibi durmuyor mu? Çocukluktaki birçok şeyin bugünün ipuçları, provaları, ince ince haberleri olduğunu görüyorum.

Anasınıfına mecburen gittim. Öyle gerektiğinden, zorunluluktan. Her zorunluluk gibi bu da beni o zamanlar deli ediyordu ve ağlıyordum. Sabah 6'da uyanıyoruz, 7'de eve geliyoruz annemle ve çok aç oluyorum çünkü okulda inatla yemek yemiyorum. Annem yemek hazırlıyor mutfakta ve haftanın okullu 5 gününün 3'ünde yemek hazırlanma aşamasındayken uyuyakalıyorum. Sakin bir çocuğum.

Bir gün anasınıfına fotoğraf çekimi için birkaç adam geldi. Annemin yanına gittim ve bizi bekleyen bu heyecanlı şeyi söyledim. O da bana, sıra bana gelirken, dişlerimi göstererek gülmemem gerektiğini söyledi. Ben de dudaklarımı sıkarak güldüm. O günden beri -12 yıl olmuş- hiçbir fotoğrafta dişlerimi göstermiyorum ve öyle dudaklarımı sıkarak gülüyorum. Yalnız bu sene yavaş yavaş bu tutukluktan kurtulmak istediğimi hissediyorum. Dişli gülmeye alışmaya çalışıyorum.
Güzel olmayanlar da güzel gülebilmeli, böyle şeyler olabilmeli. Güzellik: Beşinci sınıftayız. Müzik dersindeyiz, müzik odasındayız. Müzik öğretmenimizin bizi ksilofon ve metalofonla tanıştırdığı, bana da ufaktan çalmayı öğrettiği sıralar. Kulaklıyım, ismimle de hafif bir uyumum var, güzel şeylerle de ilgiliyim. Ama güzel değilim. Arka sandalyede bir çocuk oturuyor: Egemen. Zengin, yakışıklı, biraz şımarık ve demin saydığım özelliklere sahip insanlarla ne kadar iyi geçinebilirsem o kadar iyi geçindiğim bir çocuk. Ne olduğunu ne dediğimi hatırlamıyorum ama arkama dönüp bir şey söyledim ve o da bana birdenbire "sen hiç aynaya bakmadın galiba" dedi. Cevap vermedim. Hayatımın hatırladığım ilk vakur, ilk olgun hareketiydi. Çünkü birinci ya da ikinci sınıfta sessiz çocukluğumun bir dönüm noktası vardı: Hazal. Bu kız çantamı yere atıyor, üstelik bunu hiç çekinmeden, büyük bir zevk alarak yapıyordu. Bir keresinde tokat bile atmıştı. O tokatın akşamında, güzel komşularımızın gitmediği, çaylı çekirdekli hoş bir apartman olduğumuz dönemlerde, bana vurana benim de vurmam gerektiğini öğrendim. Neydi canım bu böyle, biraz "yırtık" olacaktım. Öğretmene de söylememeliydim, yapıştırmalıydım bir tane. Saçlarım erkek saçıydı, saçımı çekemezdi Hazal ama ben onun saçlarını çekebilirdim tabii. O akşamın ertesinde Hazal okula gelmedi. Hazalın okula gelmediği günün ertesinde kendimi onun saçını tutup yüzünü okulun tavanına bakacak şekilde yere eğerken buldum. Parktan dönüyorduk, bana değil bir arkadaşıma(o zamanlar onunla da aslında yakın değildik) vurmuştu. Okula girer girmez arkama baktım, hala vurduğunu gördüm Melisa'ya. Hızla döndüm ve yılların zeynasıymışım gibi gayet soğukkanlı bir şekilde yapıştım saçına. O günü bir daha hiç tekrarlamadım. Çünkü zaten o yıllarda ve sonraki yıllarda şiddet beni bir zeynaya dönüştürecekti. Bir de dışarıda yorulmaya hiç gerek yoktu. Ben o koltukta yemek hazırlanırken aç aç uyuyakalan çocuğun sakinliğine geri dönmek istiyordum. Ama mümkün değildi. Savunmaya kendimden başlamamıştım, bunun bir kereliğine olmadığını, hep süreceğini anlamıştım. Eğer kendimi savunsaydım devam etmeyebilirdim. O gücü göremezdim kendimde. Taarruzaysa yeltenecek bir yapım yoktu. Ha ne diyordum, Egemen. Sonuç olarak sakinliğimi de çoktan yitirmiştim, cevap verebilirdim. Ama neden vermedim? İçimden hiçbir şey söylemek gelmedi, hala da gelmiyor, daha sonrasında da ağlamadım. Normal bir şey yapmadım ve bunu hissettim. Çirkinliğimi bilmemle ilgisi yok. Merakım, niye o kadar olgun davrandığım ve niye o sakin çocukluk evresindeki halimi istediğimle ilgili. İnsanların çocukluğuna inmek istiyorum. Hepimiz çocukluğumuzu "yakmalı", unutmalı, gömmeliyiz.

"Nasıl bilirdiniz çocukluğunuzu ey cemaat? Nasıldı öldürdüğünüz birinin cenaze namazını kılmak?" diyor Didem Madak.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder